Anlamı Bulmak
Reklam ne anlama
gelir? Türk Dil Kurumu’nun hazırladığı büyük türkçe sözlükte birincil anlam
şöyle veriliyor: “Bir şeyi halka tanıtmak, beğendirmek ve böylelikle sürümünü
sağlamak için denenen her türlü yol.” Daha ayrıntılı bir tanımı ise sözcüğün
ikinci maddesinde buluyoruz: “Tüketicilerin zevk ve tercihlerini etkileyerek
kendi malına yönelik istemi artırmak amacıyla firmanın yaptığı satış artırıcı
etkinliklerden biri.” Her iki tanımda da karşımıza çıkan denklemde, ürün (şey),
tanıtım ve satış artırma ile tüketici (halk) sabit parametreler olarak
karşımıza çıkmaktalar. Yazının başında sorduğumuz soruya cevap vermek, reklamın
sözlük anlamına bakmak kadar kolay değil. Çünkü günümüz reklamları, bu sabit
parametrelerden genellikle sıyrılmış durumdalar ve bambaşka denklemler üzerinde
kurgulanıyorlar. Kimi televizyon reklamları ürün hakkında hiçbir şey demiyorken,
kimi ise göndergesi olmayan bir tüketici topluluğuna (halka) sesleniyor. Bazen
beğeni arttırmak gibi bir niyeti bulmak bile zorlaşıyor. Parodi ve pastişlerle
sarmalanmış reklamların görsellerle dolu dünyasında anlam aramak, bize “anlamın
nerede” olduğuna dair ipuçları da veriyor.
Reklam olarak
adlandırılmış herhangi bir görsel materyalin parçalara ayrılarak incelenmesi, o
materyali hazırlayanların vermek istedikleri mesaj hakkında bize fikirler
sunabilir. Dahası, reklam izlerken kafamızda oluşan fikir ile, reklam
yaratıcısının bize vermek istediği mesaj karşılaştırılabilir. Bu sayede, anlamın
üretimine daha yakından bakabiliriz. Bu yazıda, dil ve anlam üzerine
söylenenlere kısa bir giriş yapıp; bir reklamı örnek olarak ele alacağım.
Amacım, reklam gibi, sözlük anlamının
çok dışına çıkmış bir metinde dahi anlam üretiminin okuyucunun tekelinde
olmadığını, yazarın da okuyucu kadar aktif bir rol oynadığını göstermektir.
Diğer yandan anlamın sadece dilde olmadığını, ama aynı zamanda dilin kullanım
pratiklerinde var olduğunu göstereceğim. Bu amaçla ele alacağım reklamı
parçalarına ayırıp ikili zıtlıklar ile inşa ederek, her bir parçanın diğer
metinlerdeki anlamlarına dair bir kazı gerçekleştireceğim. İlkin sadece sözlük
yardımı ile, metnin verdiği anlamı bulmaya çalışacak, ardından popüler kültür
temsilleri içerisinde kazandığı anlamı araştıracağım. Görmeye çalıştığım şey,
kısaca reklamın neden üretildiği, nasıl bir mesaj vermek istediği ve okuyucuya
bunu verip veremediğidir.
Dil ve Anlam
“Saussure,
dilsel öğelerin bir töz olmadığını, bir işlev, bir değer olduğunu ileri sürer
ve bu düşüncesini satranç benzetmesiyle açıklar: Eğer satranç oyununda
figürlerden biri, örneğin at figürü kırılır ya da kaybolursa, herhangi bir
nesne ‘at’ olarak belirlenip oyuna sokulabilir” (Huber 61). Yani dilsel
gösterge uzlaşımsaldır (47). Diğer yandan, göstege işlevindeki gösteren -
gösterilen ilişkisi keyfidir-nedensizdir. Çünkü “at” göstereni ile “at” kavramı
arasında nedensel bir ilişki yoktur. Uzlaşımsal olarak, “At” kavramını, “#$”
işaretleri ile de gösterebilirdik.
Keyfilik,
gösteren ile gösterilen arasında olsa da, dildeki bir öğe, diğer öğeler
arasındaki ilişki içerisinde yerini bulur. Satranç örneğinden devam edersek,
atın değeri, diğer tüm taşların satranç tahtasında aldıkları karşılık
konumlarına bağlıdır (62).
Bu bakış
açısıyla bakıldığında, dil üzerine çalışmaların dilbilgisi ve şekilbilimden
uzaklaşıp, sesbilim, anlambilim ve sözdizim üzerine yoğunlaşmaları makul
görünmekte. Çünkü bir tümcenin anlamlı olması, o tümcenin dilbilgisi
kurallarına tamamen uymasından doğmaz. Edebi çalışmaları bir kenara
koyduğumuzda, “Samimiyet Bill’e hayranlık duyuyor” cümlesi ifade edilebilir ve
dilbilimsel olarak doğru da olsa, belirli bir bağlamın içinde değilse anlamsız
gelir (Davis ve Gillon 13). Diğer yandan dilbilimsel olarak yanlış olan bazı
cümleler, karşı tarafa yine de bir anlam verebilir. Örneğin, “Ayşe buradalar”
cümlesi “burada” ile bitmeliydi ve özne tekil iken yüklemin çoğul olması bir
dilbilim sorununu ortaya çıkarıyor, ancak biz yine de Ayşe’nin orada olduğunun
anlatılmaya çalışıldığını anlayabiliriz (13).
Gösteren ve Gösterilen
Saussure’un her
göndergenin bir göstereni ve bir gösterileni olduğunu, bunlar arasında nedensel
bir ilişki olmadığını ve göstergeler arasında sistematik bir örüntü bulunduğunu
göstermesinden sonra, Levi Strauss, göstergeler sistematiğini toplumları
incelemek için kullandı. Ona göre dil, belirli bir tarihsel döneme özgü sosyal
koşulların ürünüydü (Strinati 84). Tüm toplumlarda da sosyal koşulların
örgütlediği bir semboller bütünü vardı (85). Bu semboller bütünü, yapı,
gözlenemezdi ve bilinçdışında faaliyet gösterirdi (85). Onun bulgularından en
açık seçik olanı, bu yapının ikili zıtlıklar üzerine kurulu olmasıdır:
güzel-çirkin, iyi-kötü gibi. Strauss evrensel zıtlıkları araştırırdı. Barthes
ise bu ikili zıtlıkların tarihsel süreç içerisinde oluştuğunu, bilinçsiz
olmadığını ve kullanıcılar tarafında “doğal” ve “kabul edilen” olarak otomatik
bir biçimde kullanıldığını söyler. Kullanıcı, belirli bir durumda, zıtlığın iki
ucundan hangisi kabul görüyorsa onu kullanır ve onu alımlar. Bathes’ın kullandığı
göstergebilim (semiyoloji), bize herhangi bir materyali, incelememiz için
bilimsel bir olanak sunar (97). Böylece, herhangi bir metnin üzerinde durduğu
söylemler bütününü ortaya çıkarabiliriz.
Barthes, kendi
semiyolojisinin pratiğinde şöyle cümleler kullanır: Gül tutkuyu simgeler. Peki
böylesi bir sonuca nasıl ulaşabiliriz (110)? Strinati bunu semiyolojideki ana
sorunlardan biri olarak görür. Ancak, günümüzdeki internet kullanım sıklığı,
forumlar ve -Türkiye için- sözlük platformları, herhangi bir nesnenin, popüler
kültürde, neyi simgelediğine dair bize ipuçları verebilir. Diğer yandan anlar
göründüğümüz herhangi bir metni, parçalara ayırıp tek tek incelediğimizde ve
bunu dışarıdan gelmiş ve sadece kullanılan dili bilen biri olarak yaptığımızda,
parçalanmış metin ile bütünden anladığımız metin arasındaki fark, toplumdaki
bazı önkabulleri bulmamızda bize yardımcı olabilir. Örneğin, ayran içerken
uyuklayan birinin temsilini bir afişte gördüğümüzde, ordaki adamın uyuklamasını
ayranla bağdaştırırz. Halbuki, ne ayranda ne de kişi de, dilsel anlamda, ayran
uyutur gibi bir dizge yoktur. Ayranın uyutur sanılması tam olarak toplumsal bir
önkabuldür. Bunu önkabulü, forumlarda ve sözlük platformlarında da görebiliriz.
Yani denebilir ki herhangi bir simge veya sembol, diğer bir simgeyi veya
sembolü imler. Bu imlemeler toplumdaki söylem hakkında bize bilgi verir.
Sonuçta, herhangi bir metni anlamlandırmamız birincil olarak bu söylemle olan
ilişkimizle ilintilidir. Söylem dışında bir “imleme” mekanizması da işletilebilir
ki bu Brecht’in kullandığı “yabancılaştırma efekti” veya rus biçimcilerinin
“yadırgatma prensibi”ne denk düşer. 1960lar sonrasında bu farklı imlemeler
popüler kültürde ve kitlesel medyada sıkça kullanılır. Bu da bizi ana konumuz
olan reklamın anlamlandırılmasına getirir.
Postmodernizm ve Reklam
Strinati,
postmodernizmden önce, reklamların bir ürünün ne kadar değerli ve işe yarar
olduğunu anlattığını; ancak günümüzde ürünün kendisiyle daha az ilgilenildiğini
söyler. Artık reklamlar diğer reklamların parodilerini yapar, popüler kültürün
öğelerine referanslar gönderir ve kendilerinin reklam olduğunun altını çizerler
(214). Ona göre, postmodern dünyada kitlesel medya ve popüler kültür
temsilleri, gerçeğin yerini almıştır (205-6). Bu sayede reklamcı, hedef kitlesine
seslenirken, “hedef kitle”nin, kitlesel medyada ve popüler kültürdeki
temsillerinin temsillerini kullanabilir. İlginç olan, bu reklamların başarılı
olmasıdır. Yani bir biçimde, izleyici, bu temsillerin temsilini kendiyle
ilişkilendirir ve ürünü satın alır.
Sütaş Ayran Reklamı
Agency: Güzel
Sanatlar, Saatchi&Saatchi Offline Editor: Imaj, Kemal
Gökalp
Online Editor: Sinefekt, Bülent Ergün Illust./After Effects Editor: Halit Aktı
Online Editor: Sinefekt, Bülent Ergün Illust./After Effects Editor: Halit Aktı
DOP: Özgür Eken Choreographer:
Melisa Gürkan Music: Elec-Trip, Oğuz Kaplangı
Production Company: DEPOfilm Director: İlkay Kopan Demo Supervisor: Kağan Hanoğlu
Production Company: DEPOfilm Director: İlkay Kopan Demo Supervisor: Kağan Hanoğlu
Sözler
Reklamın
sözleri “çalkala Zeynep çalkala” ile başlıyor (Appendix 1). Bu cümle formu altı
defa geçiyor ve her birisinde isimler sırasıyla “Zeynep, Merve, Merve, Emre,
Ayşe, Ahmet” olarak geçiyor. İlk dikkat edilecek şey, cümlenin emir kipinde
olması; diğer yandan seslenilen kişilerin isimleri Türkiye’de – nufus müdürlüğü
istatistiklerine göre - en çok
kullanılan isimler. Yani anlatıcı, Türkiye’nin geneline “çalkala” emri veriyor.
Sonrasında havanın sıcaklığından dem vuruyor, susuz kalındığını belirtiyor.
Yine bir emir kipi ile “ayran gelsin buzluktan” denilerek, sıcaklık imgesi ile
kurulmuş susuzluğa, ayran, çare olarak imleniyor. Emir kipi devam ederek, ayran
içerek aşka gelinmesi isteniyor. Sütaş ayran ilk defa bu “aşka gelme”
sözlerinden sonra duyulmaya başlanıyor. Ayransız kalınmaması gerektiği, yoksa
bakkalda hemencecik alınması zorunluluğu yine emrediliyor. Tüm bunlar
yapılırken kişiden “çalkalaması” isteniyor. Sözlerin sonunda bu çalkalamanın
“içmeden önce” olması gerektiği belirtiliyor. Sonuç bölümünde ise, ayranın
Türkiye’nin seriniliği olduğu söylenip, Sütaş ayranın çalkalanmadan
içilmemesine bir daha vurgu yapılıyor.
Sözlerde
kullanılan ikili zıtlıklar şöyle: hareketlilik - durgunluk, kurak – sulak, sıcaklık –
serinlik. Reklam bu zıtlıklar arasındaki geçişe “ayran” denilen içeceği
yerleştirerek, ayranı, sözlük anlamından çıkarıp, bambaşka bir şey olarak tarif
ediyor. Halbuki ayran basitçe, “yoğurdun sulandırılıp çalkalanmasıyla yapılan
içecek”tir. Bu tanımda ne sıcakken içildiği, ne hareketlendirdiği ne de kurak
zamanların içeceği olduğu vardır. Reklam özel olarak ayran denilen içeceği, bu
özelliklerle donatıyor, niteliğini diğer içeceklerle kurduğu ilişkiler
açısından konumlandırıyor ve ona yeni bir değer atfediyor. Dışarıdan gelen
birisi, Türkiye’de insanların çoğunun, hava sıcakken, bir ritüelmişçesine ayran
çalkaladığını ve mecburen ayran içtiğini bu reklamın sözlerinden rahatlıkla
çıkarabilir. Zaten google da yapılacak Türkçe sitelerde yapılacak bir arama,
ayranın bir Türk içeceği olduğu bilgisini veriyor. Fakat ayranın halihazırda
belirli bir konumu var. Peki bu konumun ne kadarı reklamın sözlerine yansıyor?
Ekşisozlukteki
hemen bütün giriler ayranı sıcaklık ve serinlik ikililiğine konumlandırıyor.
Kuraklık ve sulak ikililiği de ekşisözlükte geçiyor. Ancak reklamın aksine,
sözlük platformunda, ayran, hareketlilikten durgunluğa geçiş olarak imlenmiş.
Uyuttuğu bilgisi birçok giride veriliyor. Diğer yandan reklamda hiç geçmeyen,
ya da sadece bir tarafıyla geçen, içecek – yiyecek ikililiği de internet
forumlarında göze çarpıyor. Sözlük gibi diğer platformlardan, reklamda sadece
bir tarafıyla var olan diğer ikili zıtlıklardan da haberdar olabiliyoruz: köy –
şehir, içecek – yiyecek. Ama bu kısma, görselleri de inceledikten sonra
değineceğim.
Görseller
Reklamda
63 ayırt edici sahne var (Appendix 2). Bunların 35’i dışmekan, 28’i ise içmekan
sahneleridir. Dışmekan sahnelerin süresi içmekanların yaklaşık iki katını
oluşturmaktadır. Dışmekanlar sırasıyla, plaj, bir binanın çatısı, şelale önü, plaj,
buğday tarlası, çatı, halısaha önü, havuzbaşı, gökyüzünde planöt, planör,
inşaat alanı, deniz, çatı, plaj, piknik alanı, iskele, sokak, şelale, tribün,
mera olarak geçmektedir. İçmekanlar ise boşbirbinanın içi, sporsalonu, otogar,
dans salonu, stüdyo, boş bir binanın içi, yemek sofrası, bar, dans salonu, boş
bir binanın içi, fitness, boş bir binanın içi, basketbol salonu, fitness, boş
bir binanın içi, yemek sofrası, boyanan bir oda, , boş bir binanın içi, fitness
olarak geçiyor. Hem dışmekandaki insanlar hem de içmekandakiler oldukça
hareketli (çoğu dans ediyor) ve eğlenceli bir ortamdalar.
Bu
sahnelerde kurulan en önemli ikili zıtlık içmekan ve dışmekan zıtlığı. Ayrıca
ev olarak düşünülebilecek sadece tek bir sahne var o da iki defa geçmekte. Yani
ayran “evin dışına” konumlandırılıyor. Evin dışı dediğimiz konumun diğer bir
özelliği ise beden odaklı eğlence veya aktivitelerin yoğun olduğu yerler: plaj
eğlenceleri, spor salonları, deniz, planörcülük, boyacılık vs. Yani ayran,
hareketlilik – durgunluk ikililiğinde hareketli tarafa konumlandırılıyor. Spor
salonları, dans gibi mekanlar sağlık için yapılan aktiviteler ve sağlıksız
aktivitleri akla getiriyor. Ayran bu ikililikte sağlıklı tarafa atılmış oluyor.
Sözlerde bulmuş
olduğumuz ikililikler, görsellerde de kendini ortaya çıkarıyor. Sıcaklık –
serinlik ve sulak – kurak, aynı zamanda hemen hemen tüm dış mekanlarda kullanılıyor.
Görsellerde
görülen bir diğer zıtlık, mekanların şehir ile ilgili olması. Köyde geçen tek
bir sahne var ve sadece bir defa geçiyor. Deniz kenarı, piknik alanı sahneleri
var olsa da, bunlar şehirlilerin yaptığı aktiviteler. Sahneler briaz daha ayrıntılı
incelenirse, mekanları şehrin de sadece küçük bir kısmını ele almakta. Köy,
inşaat alanı, ve boyacı sahnesini bir kenara alırsak, sahnelerde görülen
mekanlar ve deneyimler, fitness kulüpleri, planörcülük, eğlenceli plaj
merkezleri, rep dansı, dans salonu gibi, tüketici skalasında üst sıralarda yer
alan insanların gittiği ve deneyimlediği şeyler –yerler. İlginçtir, yemek ile
ilgili aile sahnesiyle beraber, lüks bir bar sahnesi de bulunuyor. Ayranı
bilmeyen bir yabancı olarak bu reklamı izleseydik, kesin kanımız şöyle olurdu:
ayran, daha çok orta-üst sınıfın, eğlence ve sağlık pratikleri ile beraber
tükettiği (bira gibi) ve çalkalamanın zaruri olduğu bir içecek.
Sözler kısmında değinmiş
olduğumuz, toplumda ayran ile ilgili anlamları bu görsellere eklediğimizde ise
bambaşka bir senaryo çıkıyor karşımıza. Örneğin, bir çok platformda ayranın
yemek ile tüketildiği söyleniyor, halbuki reklam tam tersine ayranı yemeksiz
alanlara doğru, tek başına içilen bir içecek olarak sunuyor bize. Köy ve şehir
meselesi ise, toplumda ayranı imleyen tüketici grubunu tam tersine çeviriyor.
Ayran genel olarak bir köy içeceği olarak bilinirken, bu reklamda bir kentli
içeceğine bürünüyor.
İkili Zıtlıklar
Verili materyali
tek başına incelediğimizde elimizde biriken ikili zıtlıklar şöyle: durgunluk-
harekletlilik, sıcaklık-serinlik, kurak-sulak, şehir-köy, kentli-köylü,
içmekan-dışmekan, ev-evdışı, yiyecek-içecek, türk-yabancı. Bu ikili zıtlıkların
bazılarının bir kısmı hiç verilmeyerek, bir kısmı ise çok verilerek, adı reklam
olduğu için sadece, ürün berlirli bir konuma doğru sürükleniyor. Fakat bu eksik
kısımlar, toplumsal algı ile incelendiğinde bize daha da fazlasını veriyor:
reklamın neden böyle çekilmiş olduğunu.
Materyalde hiç
gösterilmeyen en önemli şey “durgunluk”. Reklam şarkısı ve görüntüleri ile
tamamen hareketliliğe vurgu yapıyor. Halbuki toplumsal algıda ayran “durgunluk
verir”, “uyku getirir” var. Bir diğeri ise “yabancı”. Reklam ayranın “türk”
imgesine sıkı sıkıya bağlı kalmış. Az kullanılanlar ise köy, köylü, eviçi,
yiyecek. İlginç bir biçimde toplumsal algıda ayran tam da köye, eviçine, ve
yiyeceğe konumlandırılır. Yani reklam, toplumsal algıdaki konumlamanın bir
kısmına tutunarak, diğer bazı kısımları değiştirmeyi amaçlamış.
Popüler Kültür ile Kurulan İlişki
Strinati
postmodernizmde, gerçeğin, kitlesel medyada ve popüler kültürde var olan
temsillerle yer değiştirdiğini söylemişti. Reklam da bu nedenle diğer
reklamlarda, popüler kültür ürünlerinde ve kitlesel medyadaki temsillerin
temsillerini kullanan bir dil yaratmıştı. Ben de reklamdaki ikili zıtlıklara
anlam verirken, popüler kültürdeki platformları kullandım. Ancak bu bize resmin
tamamını vermeye yetmiyor. Sütaş Ayran Reklamı, Strinati’nin açıkladığı gibi
diğer reklamlarla ve popüler kültür temsilleri ile ilişki içerisinde ise, bu
ilişkiyi de görmemiz ve anlamlandırmamız gerekir.
Sütaş
ayran reklamında en çok aklıda kalan şey, çalkalamak, hareket etme ve sıcaklık.
Reklam emir kipinde bize çalkalamamızı söylüyor. Yani bir biçimde
“çalkalamayın”a karşı bir pozisyon geliştiriyor. Google videoda çalkalamayın
diye yazıp arattığınızda, karşınıza gazlı içecekler (kola, bira vs.) ile ilgili
videolar çıkıyor. Zaten bu içeceklerin
kutularının üzerinde küçük de olsa “çalkalamayın” notu olduğunu
hatırlayabilirsiniz. Bu ürünlerin ambalajlarında büyükçe yazan diğer bir uyarı
“soğuk içiniz”dir. Ayrıca, örneğin, Koka kola reklamlarını oldukça
hareketlidir.
Sütaş ayran, bu
reklamda “hareketli”, “içecek”, “serinlik”, kategorilerini kullanarak kendini gazlı içecekler grubuna dahil
etmiş oluyor (onlara ait temsiller ile ilişki kuruyor) ve onların arasında,
“çalkala” ile konumlanıyor. Bu konumuna, türk, doğal (köy), sağlıklı
kategorilerini ekleyerek de, gazlı içeceklerin, yabancı menşeili, sağlıksız, ve
doğal olmadıklarını ima ediyor.
Diğer yandan
orjinal bir şarkı kullanmış olmasına rağmen, reklam, “çalkala” kelimesinin
çağrıştırdıkları ile, popüler şarkılar ve popüler eğlence biçimleri ile de
ilişki kurmuş durumda. Ankaralı Turgut’un “çalkala yavrum çalkala” şarkısı,
kurmuş olduğu ilişkilerden biri. Pornografik kısmı saklayan, ve hafif erotizmi
çağıran bu şarkı, tüketim toplumundaki cinsellik algısına da bağlanıyor, ve
Sütaş ayranı bir arzu nesnesine de dönüştürüyor (çalkalamak tdk anlamı: Vücudun
göbek, kalça vb. yerini sürekli oynatmak). Bu arzu nesnesine dönüşüm, reklamın
esas amacını, yani satma amacını yerine getirmeyi sağlayacak belki de yegane
şey. Bu dönüşümün, diğer kültür ürünleri ile ilişki içerisinde gerçekleşmesi
sayesinde, ayranın kendisi “porno” veya “erotizm” ile bağdaşmadan, ayranın bir
arzu nesnesine dönüşümünü mümkün kılıyor.
Sonuç
“Anlamı Bulmak” ile başlamıştık. Amacım, herhangi bir
materyali (reklamı) alıp onun anlamını bulmak, bu anlamlandırma makenizmasını
çözümlemek ve reklam yaratıcısının vermek istediği mesajı bulup
bulamayacağımızı sorgulamaktı. Sütaş ayran reklamını incelerken farkeetiğimiz
temel şey, görsel veya sözlü metni parçalandırıp ikili zıtlıklar üzerinden
metni tekrardan inşa ettiğimizde ve zıtlıklar arasında konumlandırma yapmaya
çalıştığımızda, sözlüğün bize yetmediğidir. Toplumsal algıyı kullanmadan metin
içerisindeki mesajları tam olarak bulamıyoruz. Örneğin, ayranın uyku getirdiği
algısını bilmesek ve metnin reklam olduğunu görmezden gelsek, çok tabii bir
biçimde ayranın sözü edilen toplumda “çalkalama” ritüeli ile dans eşliğinde
içilen bir şey olduğunu farzedecektik. Halbuki reklam kasıtlı olarak bu algıyı
dışarıda tutarak, ayranı hareket – durgunluk ikilisinde, harekete
konumlandırıyor. İkinci olarak, metni diğer metinlerle ilişkilendirmeden,
metnin işlevini de ortaya çıkaramıyoruz. “Çalkala” kelimesinin hafif erotik
diğer popüler kültür temsilleri ile bağını görmeden, ayranın bir arzu nesnesine
dönüştüğü anlayamıyor ve reklamın nasıl olur da, “satış” işlemini
gerçekleştirdiğini göremiyoruz. Diğer yandan, gazlı içeceklere karşı bir
konumlandırma yaptığını ancak, bu şekilde fark edebildik.
Sonuçta
anlamı bulmak için dilde var olan ikili zıtlıkları, toplumda var olan bu
zıtlıklar arası konumlandırmayı ve popüler kültürün temsilleri ile kitlesel
medyadaki temsilleri kullandık. Yani “anlam nerde?” sorusu yerine, “anlam nasıl
üretilir?” sorusu daha iyi bir sonuç verdi. Zira anlam belirli bir yerde değil,
belirli makenizmalarla üretilen bir şeye dönüştü.
Peki
Sütaş neden bu reklamı çekti? Çok açık ki, ürününü yeniden konumlandırmak, ve
bu sayede satışlarını arttırmak için. Genel olarak bunu yapabilmek için, ürün
yeniden konumlandırıldı, ve arzu nesnesine dönüştürüldü. Tahmin etmeye
çalışırsak, reklamın “brief” kısmında mutlaka, “köy, ve uyku ile
ilişkilendirilen ayranın, gazlı içeceklere rakip olmasını” isteyen bir anlam
vardı. Reklam yaratıcıları da, bu anlamı verebilmek için, ürünü yeniden
tanımlamak yerine, belirgin temsillerle yeniden konumlandırdılar ve popüler
kültürle ilişki kurarak da “brief”te istenen şeyi yapmaya çalıştılar. Yorumlar
ve satış rakamlarına göre, bunu başarmış görünüyorlar. Bu başarı, odasına
kapanıp bu reklamı yaratan grubun, hiç görmedikleri insanlara, anlatmak
istediklerini anlatabildiklerini gösteriyor. Yani okur tek başına okumuyor,
gördüğü veya işittiği temsilleri diğer temsillere öteleyerek okuyor, bunu
yaparaken sadece dili değil, kültürel pratikleri ve toplumsal algıları da
kullanıyor. Reklam da bu mekanizmada işliyor.
Alıntılanan Çalışmalar
Davis, Steven ve Gillon, Brendan S.
“Introduction”. Semantics: A Reader. Haz.
Steven Davis
ve Brendan S.
Gillon. Oxford: Oxford Üniversitesi Yayınları, 2004. 3-111.
Huber, Emel. Dilbilime Giriş. İstanbul: Multilingual Yabancı Dil Yayınları,
2008.
Strinati, Dominic. An Introduction to theories of Popular
Culture. London: Routledge, 2006.
Kullanılan Websiteler
www.sutas.com.tr
Appendix 1
Reklamın Sözleri:
çalkala zeynep çalkala
çalkala merve çalkala
sıcak vurdu tavana
sanki bura havana
eridik susuzluktan
ayran gelsin buzluktan
çalkala merve çalkala
çalkala emre çalkala
içip içip gel aşka
sütaş ayran çok başka
ziyan etme bir damla
aman ayransız kalma
bakkala gitsin birisi
yok sütaş ayran gibisi
çalkala ayşe çalkala
çalkala ahmet çalkala
içmeden önce birkaç kez
çalkala türkiye çalkala
çalkala merve çalkala
sıcak vurdu tavana
sanki bura havana
eridik susuzluktan
ayran gelsin buzluktan
çalkala merve çalkala
çalkala emre çalkala
içip içip gel aşka
sütaş ayran çok başka
ziyan etme bir damla
aman ayransız kalma
bakkala gitsin birisi
yok sütaş ayran gibisi
çalkala ayşe çalkala
çalkala ahmet çalkala
içmeden önce birkaç kez
çalkala türkiye çalkala
Türkiye’nin doğal serinliği.
Sütaş Ayran: Çalkalamadan içmeyin.